Birinci Bölüm :
Sergio Sollima hakkındaki bir
yazımda ve “Sinemada Für Elise” adlı kısa incelememde bahsetmiştim ama “The Big
Gundown” (La Resa Dei Conti, 1966) hakkında bugüne kadar hiç yazı yayınlamadım.
Nasip, bugüneymiş. Ülkemizde “Kolorado” adıyla oynayan “The Big Gundown” (La
Resa Dei Conti, 1966) benim en sevdiğim İtalyan usulü westernlerden birisi,
bunun nedeni sadece Lee Van Cleef ya da Sergio Sollima hayranı olmam değil.
Şahsi kanaatimce, “The Big Gundown”, hafif ama ustaca dokunuşlarla şekillenen
politik alt-metniyle ve ustaca serpiştirdiği ipuçlarını finale kadar takip
edenlerin daha bir büyük keyif aldığı, en kuvvetli Avrupa westernlerinden biri.
Bu filmde, onlarca adamın öldüğü sürekli bir cinayet ve katliam hali yok.
Filmin çok kanlı bir finali de yok. Niye böyle, çünkü bu filmin derdi başka.
“The Big Gundown”un (La Resa Dei
Conti, 1966) adını ilk kez 1990’larda duymuştum. Video kaseti ve (sonra da)
DVD’si çıkmadığı için bu filme bir türlü ulaşamamıştım. 2000’lerin başında bu
filme ulaşabilmek için yurtdışıyla divx takası yapmak durumunda kalmıştım. Ama
gelen versiyon maalesef kısaltılmış versiyonlardan biriydi. Ama hiç ziyanı
yoktu, zaten biliyordum ve ona rağmen almıştım. Şimdi bu filmin bilinen en uzun
versiyonu 110 dakika, Pal tipi kayıtlardaki FPS (frame per second) farkı
nedeniyle (görüntü daha hızlı aktığı için) bu filmin bizim izleyebileceğimiz
versiyonu 105 dakikanın azıcık üzerindedir (Kesintisiz/uncut da olarak bilinen
bu versiyon 105 dakika 38 saniye). Filmin 85 dakikadan 105 dakikaya kadar yarım
düzine kadar versiyonu mevcut. Zaman içinde çeşitli versiyonları seyredip,
farkların bir dökümünü çıkardım, bu yazımda uzun uzadıya hepsinden
bahsetmeyeceğim, sadece kısaca anmakla ve seneler önce elime ulaşan 95
dakikalık versiyon (ki, en bilinen versiyondur) ile şu an bu yazıya temel
teşkil eden 105 dakikalık versiyon arasındaki farkları belirtmekle yetineceğim.
Bunu yapmamın sebebi, kesilen kısımların filmin okumasını değiştiriyor
olmasından kaynaklanıyor olacak. Sonra da filmin kilit sahnelerini hafiften
mercek altına alacağım ve film hakkındaki bu ilk ve tadımlık yazımı
tamamlayacağım.
LA RESA DEI CONTI
Öncelikle şunu araya sıkıştırayım.
Filmin bazı ülkelerdeki versiyonunda Lee Van Cleef’in canlandırdığı karakterin
lakabı “Colorado”dur, o nedenle Türkçe ismi “Kolorado”dur, bu bir. Filmin
çeşitli versiyonlarında bazı karakterlerin isimleri farklıdır, duyarsanız,
okursanız şaşırmayın (mesela, Brokston’un kızının adı İngilizce versiyonda
Lizzie, İtalyanca versiyonda Kate’dir, yardımcısının/sekreterinin adı bazı
versiyonlarda Lynch bazılarında Linch’tir vb.), bu iki. Bir de ben, bu yazı
boyunca “Bıçak” anlamına gelen “Cuchillo” lakabını, orijinal haliyle
koruyacağım ve Tomas Milian’ın canlandırdığı karaktere (Manuel Sanchez’e)
Cuchillo demeyi tercih edeceğim, bölümler için de bu yazıda “sekans” yerine
“sahne” kelimesini kullanıyor olacağım, bunun için de affınıza sığınıyorum, bu
da üç. Hadi başlayalım.
Öncelikle, filmi
kabaca parçalara ayıralım. 105 dakikalık versiyon 24 ayrı sahneden
oluşuyor.
Sahne 1: Kanun
Kaçaklarıyla Düello,
Sahne 2: Şerif Jellicol’un Ofisi,
Sahne 3: Düğün,
Sahne 4:
Sanchez Meksika Köyünde,
Sahne 5: Kasaba ve Şerif,
Sahne 6: Fahişe,
Sahne 7:
Mormon Kampı,
Sahne 8: Sinyora’nın Çiftliği,
Sahne 9: Su Birikintisi ve Yılan
Isırığı,
Sahne 10: Keşişler/Rahipler 1: Çörek,
Sahne 11: At Arabası ve Corbett,
Sahne 12: Keşişler/Rahipler 2: Smith&Wesson,
Sahne 13: Meksikalı Komutan
Segura,
Sahne 14: Kasabadaki Genelev,
Sahne 15: Cuchillo Paraları Eziyor,
Sahne
16: Kodes,
Sahne 17: Ölüler Günü,
Sahne 18: Brokston’la Sohbet,
Sahne 19:
Cuchillo Karısıyla,
Sahne 20: Kasabada Sürek Avı ve Yüzbaşı,
Sahne 21: Für
Elise,
Sahne 22: Rosita’nın Dayak Yemesi,
Sahne 23: Baron ve Silah Kılıfı,
Sahne 24: Kamış Tarlasında Sürek Avı ve Tepelikteki Final.
Kesilmemiş (uncut)
versiyonların haricindeki eski ve kısa versiyonların çoğunda, yukarıda adı
geçen üç sahne yani, “2. Sahne (Şerif’in Ofisi)”, “10. Sahne (Keşişler/Rahipler
1: Çörek)” ve “19. Sahne (Cuchillo Karısıyla)” hiç yoktur. Bazı daha kısa
versiyonlarda “Sahne 15: Cuchillo Paraları Eziyor” da yer almaz.
Giriş :
Önce bu dört sahneden
bence en önemlisi olan “Şerif Jellicol’un Ofisi”ndeki sahnenin olmamasının
filmi nasıl etkilediğine bakalım. Bize az çok Jonathan Corbett’i tanıtan
görkemli açılışın ardından, Corbett’i Şerif’in ofisinde görürüz.
İkinci sahne.
Şerif, duvardan aranan adamların afişlerini sökmektedir. Şerif, Corbett’i
yüzüne över, ona içki ikram eder ve artık ciddi ciddi senatörlüğü düşünmesi gerektiğini
söyler. Akabindeki düğün sahnesinde, Corbett’in arkadaşlarım senatör olmamı
istiyorlar derken, kast ettiği kişilerden biri de Şerif’tir. Ofis’te Şerif ona
senatörlüğe aday olması yani siyasete atılmasını tavsiye ederken şöyle der
“düello yok, havada uçuşan kurşunlar yok, dağlarda kanun kaçağı kovalamak yok.
Ve en iyisi artık cinayet işlemek yok”. Bu son cümleden sonra düğün sahnesine
geçeriz.
Filmin, şahsi kanaatimce, ana karakterleri yakından tanımamıza vesile
olan ve tüm filmle bir şekilde bağlantılı olan o kilit sahnesine. Şimdi şöyle
düşünüyor olabilirsiniz, Şerif sahnesi olmasaydı ne olurdu yani? Ne olurdusu var
mı? Eğer o sahne olmazsa, Şerif’in arkadaşı Corbett’i senatör olması için gazlamasının ardındaki
asıl sebebin, Şerif’i çoktan satın aldığını anladığımız Brokston olduğunu
anlayamazdık!
Şerif de düğündedir. Çok da sarhoştur (arkadaşını yemleyip, bir
tuzağa çektiği için mi acaba?). Anlaşılan o ki, “Corbett’e Oy Verin” afişini de
Şerif bastırmıştır (ve belki de Brokston’a getirivermiştir). Bunların
arkasındaki gizli teşvikçi Brokston’dur. Brokston’un Corbett’i Washington’a
göndermek istemesinin sebebi sadece yapacağı proje için senatoda sağlam bir
destekçi bulmak değildir. Teksas topraklarını tek tek ele geçirirken, ülkesini
ve halkını seven Corbett’i de uzaklaştırmak istiyordur çünkü Corbett’in ona
mani olabileceğini bal gibi biliyordur.
Sanchez’i kovalama görevi verilen
Corbett’e Şerif Yardımcısı rozetini çıkarıp uzatan da Şerif’in ta kendisi olur.
Bu da acaba, Şerif, küçük kıza tecavüz ve akabindeki cinayet olayını biliyor
muydu sorusunu akıllara getirir. Neden? Çünkü, Şerif tatil günü olduğu için
Sürek Avı (Posse) düzenlemeyi reddeder de ondan! O ikinci sahnenin kesilmesi
çok net bir şekilde anlatılmaya çalışılan çürümenin dozajını azaltmış ve
politik sermayenin güvenlik güçleriyle (mevcut iktidarla ve yasal silahlı
güçlerle) olan ilişkisine dair izleri silivermiştir.
Peki, diğer üç sahnenin
silinmesinin filme etkisi nedir? Üçünün de kesilip atılması Cuchillo’ya duyulan
sempatinin azalmasına neden olur. Birinde aç kalıp rahiplerden çörek alan,
öbüründe parayı bulduğu gibi o parayı çatır çatır yiyen, en sonuncusunda da her
şeye rağmen karısını çok seven ve onu okyanusu gören Sierra dağlarına götürmeyi
vadeden bir Cuchillo portresi çizilmektedir. Evet, Cuchillo hırsızdır, kirli ve
pasaklı biridir ama insani yönleri de olan biridir.
Filmin son 20 dakikasına
kadar hikayenin sürprizi açık edilmez. Bu sahneleri kestiğiniz zaman, finale
doğru yaşanan şokun etkisini değiştirmiş ve azaltmış olursunuz. Cuchillo’nun
filmin yayınlandığı dönemde, başrol olmamasına rağmen, neden bu kadar çok
sevildiğini ve onun başrolde yer aldığı bir devam filminin niye çekildiğini
daha iyi anlamak için bu sahneleri seyretmenizi öneririm. Bu zeki, kurnaz ve
aynı zamanda yakışıklı haydudun cazibesi o kesilen sahnelerde tavan yapıyor.
Film hakkındaki bu ilk yazıda,
filmin politik içeriğine kısaca değinmeye çalışacağım ve bunun için de
hikayenin katmanlarını genişlettiğini ve farklı okumaları mümkün kıldığını
düşündüğüm iki kilit sahneye küçük bir giriş yapacağım. Kabaca 24 bölümden
oluşan filmin dört sahnesi diğerlerinden biraz daha uzunca. Benim, “Sinyora’nın Çiftliği” adını verdiğim sekizinci sahne
ile final sahnesi (Sahne 24), süreleri
17 dakikanın birazcık üzerinde olan iki uzun bölüm. Ama kritik sahneler bunlar
değil. Bence iki kritik sahne var, “Düğün” adını verdiğim üçüncü sahne ile “Für
Elise” adını verdiğim 21. Sahne.
Düğün :
Filmin üçüncü sahnesi olan ve 7
dakika süren “Düğün” bölümü, filmdeki en sevdiğim kısım. Sollima, burada,
Visconti kadar olmasa da harikalar yaratıyor. Düğün sahnesi o kadar güzel
yazılmış ki, ders niyetine sinema okullarında okutulması lazım. Gelinin babası
Brokston’u, gelini, damadı, damadın babası Miller’ı, Brokston’un
yardımcısı/sekreteri Lynch’i, yakın koruması olan Baron’u, Corbett’i, şerifi,
McCoy kardeşleri hatta gıyaben Sanchez’i ve daha bir çok karakteri biz bu
sahneyle yakından tanırız. Brokston’un, Corbett’in ve Baron’un kişiliklerini
daha yakından analiz eden diyaloglar yazılıdır bu sahnede. Ana karakterlerin
tutkularını, önceliklerini, ilkelerini, planlarını ve zaaflarını öğreniriz.
Bu
sahnede ilk olarak, Brokston’un sesini işitiriz. Asıl otoritenin o olduğu
bellidir, kendisini bekleten fotoğrafçıyı kalaylar. Corbett ile Brokston ilk
defa burada şahsen tanışırlar ve birbirlerini tartarlar. Gelinin babası
Miller’ın zengin biri olduğunu öğreniriz, Brokston’un genç sevgilisi
Melissa’nın varyete sanatçısı (varyete; müzik, dans ve tiyatro karışımı bir
sanat kolu) olduğunu da. Brokston’un baş koruması Avusturya’lı Baron von
Schulenberg’in son derece tehlikeli biri olduğunu da bu sahnede öğreniriz. 23
düello’da 23 kişi öldürmüştür. Şöyle der, onu övmek için hınzırca gülümserken
Brokston, “23 düello, 23 dul”. Kendisine yapılan bir iltifatla, Avusturya’da
bile meşhur olduğunu öğrenen Corbett ise silahını başka bir şansı olmadığı için
kullandığını söyler. İlk sahneden sonra buna inanmak güç olsa da, filmin geri
kalanında Corbett’in doğru söylediğini anlarız.
Brokston’la konuşurken, “Bazı
arkadaşlarım politikaya girmemi istiyorlar” diyen Corbett’in de o işte biraz
gönlü olduğunu anlarız. Bölgeyi haydutlardan temizlemiş, ayrıca bir dönem gayri
resmi şeriflik yapmıştır. Corbett’in, şerifken, aynı zamanda kumar oynattığı
bir salonu varmış ve daha kârlıymış ama pokerde hep kaybediyormuş. Savaşta
Albay’mış, iç savaşta 10 ay içinde Albaylığa yükselmiş. Generalin oğluna yumruk
atınca bir saat içinde er rütbesine indirilmiş. Brokston, Teksas’ta Davey
Crockett’ten bile daha meşhur olduğunu söylediği Corbett’i kendi tarafına işte
bu düğünde çekmeyi başarır ve el sıkışırlar. Onun senatörlük kampanyasının
finansörü olacaktır. Şöyle anahtar bir cümle sarf eder buradaki bir sahnede
Brokston, “Her erkeğin hayatında ışık (aydınlık) ve gölge (karanlık) vardır.
Tarih ışığı saklar ve gölgeyi yok sayar”. Filmin geri kalanı da, aşağı yukarı
bu minvalde ilerler. Dakikalar ilerledikçe “İyi” adamların, karanlık
taraflarını öğreniriz. Sadece Brokston’un değil, Cuchilllo’nun, Şerif’in,
Mormonlar’ın liderinin, Yüzbaşı Segura’nın, Rahip Smith-Wesson’un, von Schulenberg’in
karanlık yönlerini de öğreniriz. Tam, eksiksiz, acımasız ve korkunç bir çürüme
portresi çizer “The Big Gundown” (La
Resa Dei Conti, 1966).
Bu bölümde, hakkında en çok şey
öğrendiğimiz kişi baş kötü Brokston olur. Etrafını en iyilerle (tabii ki,
parayla) donatmış olmakla övünen Brokston’un en büyük hayali Amerika Birleşik
Devletleri’nden Meksika’ya gidecek olan ve Teksas’tan geçecek olan bir
demiryoludur.
Ülkesini seven, iyi ahlaklı Corbett’i ikna etmeye çalışan
Brokston, “Demiryolum bu eyaleti bir günde 20 yıl geliştirecek” der ve Corbett
onu biraz sıkıştırınca da ekler, “Demiryolu yapıp milyonlar kazanacağım ama
eyalet de kazanacak”. Corbett, “Teksas’ın kalkınmasını önemsiyorum ama senin
(zenginleşmeni) değil” deyip, şerhini de düşerek, Brokston’un senatörlük için
finansörlük/sponsorluk teklifini kabul eder. Tam beraber hatıra (ve kutlama)
fotoğrafı çektireceklerken kılıksız McCoy kardeşler gelir. “Birkaç saat önce
Lonely Corner’daydık, Baker’ın 12 yaşındaki kızına tecavüz edip bıçaklayıp
öldürmüşler, yapan bir Meksikalı, onu 20 mil takip ettik, Güney’e (ülke
dışına/Meksika'ya) gidiyor” derler damada ve babasına.
Katil, lakabı
Cuchillo/Bıçak olan Meksika’lı barmen Sanchez’dir. Şerif Jellicol, “ofis bugün
kapalı takip ekibi kuramam” der ve iş birden Brokston’un kurnazlığıyla
Corbett’e ihale ediliverir.
Sadece 7 dakika içinde, neredeyse tüm ana
karakterleri az çok tanımış oluruz, filmi sürükleyen iki temel çatışmadan
birinin tohumları (Corbett-Brokston) bu düğün sahnesinde atılmıştır. Finale
doğru, bu düğün sahnesinin neden kritik olduğu yavaş yavaş gün yüzüne çıkar.
Hem kızını Miller’ın arazisine konmak için onun oğlu Chet’le evlendiren
Brokston’un, hem damat Chet’in yediği herzenin, hem Brokston ve von
Schulenberg’in ne denli gaddar olduklarının (McCoy Kardeşler meselesi), hem
Brokston’un Şerif Jellicol arasındaki kirli ilişkinin derinliği (Meksika’dan
çekilen faksı anında Brokston’a gammazlayan kimdi sanıyorsunuz?), hem de
Cuchillo’nun ortadan kaldırılmasının neden önemli olduğu işte bu düğün
sahnesinde detaylarda gizlidir. Ben bu ilk kritik sahneye, “senaryonun tüm
kartlarını dağıtan sahne” adını veriyorum, gelelim “dağıtılan kartları
toplayan” kritik sahneye. O bölüm ise, benim “Für
Elise” adını verdiğim 21. sahnedir.
Für Elise :
“FürElise”, büyük bestekar Ludwig Van Beethoven’ın bir kadına yazdığından emin olunulan
ama uzmanların kime yazıldığı konusunda henüz uzlaşı sağlayamadıkları, ustanın
ölümünden 40 (bestelemesinden 57) yıl sonra, 1867’de ortaya çıkan meşhur bir
piyano kompozisyonudur. Bu parçayı bilmeyeniniz yoktur. Neyse, benim bu 5
dakikalık bölüme “Für Elise” dememin sebebi, bu bölümün bu parçayla “diegetic”
eşleşmesinden kaynaklanıyor.
Brokston’un yapmayı planladığı demiryolunun
Meksika ayağını yürütecek olan, toprak sahibi, iyi vergi ödeyen ve
kiliseye bağış yapan Don Gomez Serrano’nun
malikanesindeyiz. Brokston, ortaklığa
dair imzaları atmakla meşguldür. Fonda, “Für Elise” çalmaktadır. Kamera
takriben 20 saniye kadar pan yapınca, Brokston’un sevgilisinin ev sahibiyle
küçük bir dans gerçekleştirdiğini, yeni gelin ve damadın bahçede olduğunu ve bu
parçanın piyanonun başındaki Baron von Schulenberg tarafından çalınmakta
olduğunu görürüz.
Bence sinemasal açıdan filmin zirvesi, hem büyük bir derinlik
hem dinamizm içeren ve çok şey anlatan bu küçücük, mini minnacık 20 saniyelik
plandır. Peki, neden? Hadi sahneyi parçalara ayıralım ve okuyalım...
Evin içi son
derece güzel dizayn edilmiştir.
Ferah, rahat, iyi aydınlatılmış ve bahçeye
açılan kapısıyla iyi havalandırıldığını anladığımız büyük bir odadayızdır.
Brokston’u mutlu görürüz, imzayı attığı gibi işin Meksika ayağını da garanti
altına almıştır, imzayı gören genç sevgilisi de mutludur tabii.
Kamera sağa
doğru, piyanodan yükselen dingin tınılar eşliğinde usulca ilerlerken, ev sahibi
ve konuğu birkaç saniye karşılıklı saygı ve nezaket çerçevesinde dans ederler.
Serrano da mutludur çünkü artık o da Kilise’ye daha büyük bağışlar yapacak ve
daha çok vergi ödeyecektir! (Şaka tabii, o da bu anlaşmayla yırttığını
düşünmektedir hatta emindir!)
Baron von Schulenberg mutludur çünkü insan
öldürmek için fırsat çıkmıştır. Aynı zamanda da Corbett’le kapışmak için bir
fırsat kolladığı gözümüzden kaçmaz.
Arkada, bahçe terasında, karanlıkta ise
yeni evli, karı koca vardır. Bu, işlerin onlar açısından iyiye gitmediğine
işarettir, herkes içeride eğlenirken, onlar karanlık bir köşede kendilerini
izole etmiş gibidirler.
“Für Elise”nin dinginliği tüm sahneyi adeta sarıp,
sarmalar. “Für Elise”yi her dinlediğimde bana, kötü bir şeyler olmadan hemen
önce gelen o huzurlu dinginliği anımsatır. Burada da durum değişmez.
EnnioMorricone kusursuz bir seçim yapmıştır. Kamera müzikle adeta vals yapmaktadır. Carlo
Carlini’nin görüntüleri, Beethoven’ın ölümsüz notalarıyla iç içe geçmiş,
hikayeyi adeta iğne oyası gibi işlemektedir. Evet, 20 saniye içinde bunlar
olur. Topu topu 20 saniye içinde. Ve şahsi kanaatimce, sinema denilen şey tam
da budur!
Böylesi büyük eserler tek yazıyla
geçiştirilemez, “The Big Gundown”a (La Resa Dei Conti, 1966) devam edeceğiz…
Yazan : Ertan Tunç
THE BIG GUNDOWN INTRO :
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder